Hani benim sevincim nerde
Bilyelerim topacım
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz
Penceresiz kaldım anne
Uçurtmam tellere takıldı
Hani benim gençliğim anne…
Duvarlar konuşmuyor anne
Açık kalmıyor hiçbir kapı
Hani benim gençliğim anne
Toplumsal travmalar, bireylerin bireysel travma aktarımlarının ötesinde toplumsal düzeyde farklı yol, yöntem ve araçlarla görünürlük kazanabilmekte, temsil edilebilmektedir. Toplumun ağır travmatik durumlarda bir düzey sessizliği, yanıtsızlığı neredeyse etkilenmemiş görünümü ve habersizliği dikkat çekse de aslında eşzamanlı başka bir düzlemde tam tersi söz konusudur. Toplumsal travmatik etkiler temelde bilinçdışına bulaşmakta ve kendine dolaylı temsiller bularak oradan görünürlük kazanmaktadır. Dolaylı temsiller daha derin daha bastırılmış daha görünmez kısımların yankılarını taşıyarak doğrudan temsillerin karşılaşabileceği dirençleri aşarak herkeste bir karşılık buluyor olabilir.
Ahmet Kaya’nın en sevilen şarkılarından biri olan ‘Hani benim gençliğim’ 12 Eylül darbesinin ertesi toplumsal travmatik etkiyi simgeleştirmektedir. Şarkı şiirinin yazarı Yusuf Hayaloğlu, Ahmet Kaya’nın şiiri okumaya başladığı an hüngür hüngür ağlamaya başladığını, tıkanıp okumayı tamamlayamadığını ve hemen sazıyla on dakika içerisinde bestelediğini anlatır. Hayaloğlu bu anı’ biz de beraber ağlamaya başladık, sanki bir bebeğin ana rahminden çıkışını canlı izlemiş gibi büyülenmiştik’ diye tanımlar.
Bu şiirdeki her imge toplumsal travmatik etkiyi temsil ediyor gibidir. Çalınan, kaybedilen ve kaybettirilen çocukluk ve gençlik, yitirilen sevinç, güzellik, hayal ve arzular, kapanmış kapılar, penceresizlik ve konuşmayan duvarlar…Bütün bunların karşısında seslenilen, ama uzakta ve çökmüş anne vardır. Şiirin göndermelerini doğrudan deneyimlemeyenler ve sonraki kuşaklar bile bu şarkıdan etkilenerek bir yerde bilmeden ve düşünmeden darbenin radyoaktif etkilerini nasıl taşıdıklarını göstermektedirler. Hayaloğlu’nun benzetmesinde sanatsal eylem doğum gibi imgelenerek travmatik etkinin yaratıcılığın arındırıcı, canlandırıcı ve iyileştirici doğası da ayrıca ortaya konulmaktadır.
Özellikle sessizliğin hüküm sürdüğü, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının düşünme süreçlerine içselleştiği ve sahte bir uyumcul toplumsal kendiliğin belirginleştiği koşullarda, bu tür temsiller daha ön planda olabilmektedir.
Darbe sonrasında popüler sinemada kontrolsüz ve sıradan kötülük temsillerinin yaygınlaştığı izlenir. Saf kızlar kandırılır, mahallenin temiz delikanlıları olmadık kötülük ve ezilmelere maruz kalır. Bu kötülük temsilleri toplumun belleğinde yer etmiştir. Bu filmler, darbenin ruhlarımızda yarattığı etkinin dolaylı bir temsilini taşımaktadır. Toplumun içsel dünyasındaki iyi nesneler kötü nesnelerin saldırısına uğramış, iyi nesneler yıkılmış ve çökertilmiştir. Ayrıca anne ve babasını yitirmiş çocukların yaşadıkları sıkça tekrarlana bir tema haline gelmiştir. Toplumsal ve siyasal düzeyde deneyimlenen kötülük kadere yansıtılmış ya da bazı simgesel karakterlerde kişiselleştirilmiştir.
Bugün 1980 darbesini konuşabilmekteyiz, ya bugün sustuklarımız? Popüler kültürde, sanatta, medyada sizce neler iç dünyamızdaki travmaları simgeliyor? Ya da neler iç dünyamıza yansıtılmaya çalışılıyor?
Sayın Aybars hocam, akıcı açıklayıcı fikirleriniz için çok teşekkürler. Bu günkü medya, tamamen iktidarın borozanlığını yapıyor. Sapık, Türk toplumunun aile ve yaşayış biçimine uymayan, şiddeti, mafya düzenini doğallaştıran bit yandaş medya havuzu var. Anayasayı bile tanımayıp, toplumumuzda gelecek için önüne geçilmez siyasal travmalara yol açıyorlar. Medya da bu duruma rant, çıkar uğruna çanak tutuyor. Siyasal baskının asıl travmalarını geleceğimiz olan çocuklarımız maalesef yaşayarak görecekler. Haber haber değil, dizi dizi değil, spikerin, habercinin soruları soru değil. Sonuç; doktor bu ne! Hep birlikte diyeceğiz galiba.