Geçen hafta paylaştığım ve birçok okurun ilgi ve merakını çektiğini gördüğüm yazımda toplum ve ilişkilerde artan narsist eğilimlerin kaynağını konuşmuştuk. Yeni milenyumla birlikte biz psikiyatrist, psikolog ve özellikle medyanın da pompalamasıyla, insanlara iyimser olmanın, kendine güveni tüm sorunların çözümü olacağına inandırıldı. Her şeyi istemenin ve elde etmenin bir hak olduğu tekrarlayıp duruldu.
Oysa bu özellikleri abartılı ölçüsüz yaşayan insanlar genelde topluma yük olan sosyopatlar, narsistler ve kendi hayatlarında yıkımlar yaşayan bir grup şizofrenler ve manik hastalar. Yani bu özelliklerin fazlalığı yarar değil zarar. Aşırı güven duygusuna sahip olan bireyler, kendilerinde olmayan özelliklere sahipmiş gibi hisseder, kendilerinde olan özellikleri abartarak yaşarlar. Bu kişiler özgüven patlamaları sebebiyle işler kötüye gittiğinde de başkalarını acımasızca suçlar, sorumluluğu asla kendilerine almazlar. Böyle bir toplum el birliği ile özendiriliyor.
Peki bu durumun panzehri ne olmalı? Çocuklarımıza mücadele etmeyi, yılmamayı öğretmeliyiz. Hayatın içinde düşmenin kalkmanın, acının ve zor zamanlarında olabileceğin bunlarında hayatın bir parçası olabileceğini öğretmeliyiz. Hayatın amacı ve tadı başarısızlıklardan, engelleri aşmak için verilen mücadelelerden oluşur. Bunlar yoksa bu bir yavan hayattır. Böyle hayatların öyküsü olmaz.
Hayatları boyunca bir zorlukla karşılaşmamış, her istediği gerçekleşmiş çocuklar, istediği olmadığında öfke nöbetleri geçirmiş. Hiçbir şey için mücadele etme gereği görmeyen çocuklar, insanlara değer vermeyi öğrenemezler. Kızarak yönetim gösterirler ve birlikte çalıştığı insanları kolayca harcarlar. Emeğin, vefanın onlar için duygusal bir karşılığı yoktur.
Her fırsatta Altay Göztepe atışmaları yaşadığım sevgili dostum Prof. Dr. Özgür Öztürk ile bir sohbetimizde Altaylı olmanın böyle bir şey olduğunu ve acısıyla tatlısıyla hayatın mücadele gerektirdiğini ve yaşama anlam kattığını söylediğimde onu kızdırmayı başarmıştım. Altaylıların mottosu ‘Yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybedersin’ tam da bu durumu ifade ediyor.
70-80’li yıllarda Rocky Balboa ve benzeri karakterler toplum tarafından değer görüyordu. Rocky hatta ilk filmin sonunda sahadan yenilerek ayrılıyordu ama mücadelesi, tüm zorluklarla baş etme çabası, her şeye rağmen ayakta kalabilmesi milyarların sevgisini ve özdeşim olma arzusunu hazırlıyordu. Oysa günümüzde popüler karakterler, altlarında son model arabalar olan, yalılarda yaşayan, tek kurşunda 5 kişi öldürüp, tek tokatta kırk kişiyi deviren her şeyi elde eden, her şeye gücü yeten ve her şeye hakkı olan tipler.
Umarım geçen hafta uyandırdığım merakın karşılığını verebilmişimdir. Nasıl ki her kaybın doğru muhasebesi yapıldığında bu kaybın bize olgunlaşma ve kendimizi geliştirme hediyesi varsa günlük hayatlardaki yenilgiler de yas duyguları oluşturur ve bunun iyi analiz edilmesi belki de bize yepyeni gelişim fırsatları sunar.
Yüreğine kalemine sağlık.....
Sevgili Aybars, çok anlaşılır, geçen haftayı tamamlayan güzel bir yazı olmuş. Özellikle çocuk büyüten ebeveynler ve yaşam mücadelesine atılmış olan gençler dikkatle okumalı. Toplum egosu şişmiş boş insanlarla ve emek harcamadan başarısızlıklarını başkalarının üzerine yıkan gençlerle dolu. Kalemine sağlık...