Şu moloz yatağı arsada, kısa bir süre öncesine kadar,
nispeten yeni bir yapı olmasına karşın (aslına bakarsanız “olması sebebiyle” demek daha doğru sanırım)
Bayraklı Depremi’nde çürük olduğu ortaya çıkıp yıkımına karar verilen, İkiçeşmelik’teki öğretmenevi yükseliyordu.
Ondan önce de benim ilk okulum: Şerife Eczacıbaşı İlkokulu.
Kestelli Ortaokulu’yla kapı komşusu, iki katlı, beş derslikli, küçücük bir okuldu. Ana sınıfı dahi yoktu (o sebeple ana sınıflarını, çok uzun yıllar boyu, benim o yaşlarımdan çok sonra hayata geçmiş bir uygulama zannetmişimdir.)
Şu fotoğrafı çekerken ayağımı bastığım yer, okulun kantiniydi. Her gün bir gevrek ve yanında bir Cincibir gazozu aldığım barakaydı (harçlığım bu ikisinin fiyatına endekslenmişti). Öğretmenevi yapılırken de yıkılırken de var kalmıştı. Ana kucağından hayata adımımı attığım öğretim kurumundan bir müştemilat olsun hatıra durmasına seviniyordum. Türkiye’de böyle şeylere sevinmeye hiç gelmez, bunu akıl edemedim: Nedense ve neden sonra, işte böyle, kaldırıvermişler.
Bu okulla ilgili anılarım ekseriyetle buruktur.
Biz Hatay’da oturuyorduk, okul harici gündüz saatleri elinde büyüdüğüm anneanneme en yakın okul olduğu için buraya kaydolmuştum.
İlkokul 1 için yeterlilik sınavına alınıp başarıyla vermiş ve öğrenim hayatıma 2.sınıftan başlamıştım ama bu,
başka (ve bir üst segment) mahallenin çocuğu olmanın vurduğu “öteki” damgasına ilaveten,
küçük yaşta hep kendimden büyük çocuklarla okumak gibi -o tarihte önemsenmeyen fakat yükü küçük omuzlarıma binen-
bir handikap yaratmıştı.
Okulun adı hep ilginç gelmişti çünkü babaannemin adı da Şerife’ydi. Az rastlanır bu isimden iki tanesiyle temas hâlinde olmanın bir anlamı olup olmadığını anneme sorduğumu hatırlıyorum.
Aşağıda, Karataş’ta da Eczacıbaşı adını taşıyan bir başka okul olduğunu gördüğümde hem çocuk kafasıyla tesadüfün bu kadarına şaşırmış hem de garaz bağlamıştım: Biricikliği bozmakla kalmıyordu, bizimkinden daha büyüktü de…
Çok sonra ve kitaptan öğrendim,
İzmir’de (yanılmıyorsam) 1960’larda valiliğin bir okul yaptırma kampanyası düzenlediğini,
yaptırılan okulların bağışçıların katkıları oranında, onları onore edecek şekilde isimlendirildiğini,
Eczacıbaşı aile fertlerinin isimlerinin de en cömert bağışçı ailelerden biri olarak tam üç okula verildiğini.
Hatta bu üç okul için ortak bir marş bile bestelenmiş fakat ben ne söylediğimizi ne de duvarda bir panoda görüp okuduğumuzu hatırlıyorum.
*
Süleyman Ferit Bey, yeryüzüne yeni bir şekil veren şiddetli tektonik hareketler misali toplumu çatırdatıp dönüştüren devrim dönemlerinde ortaya çıkan o öncülerden biriydi.
Eczacılık okulunu, uzmanlık için şart koşulan yaş haddinden önce bitirmişti.
O dönemin İzmir devlet hastanesinde boş olan 2.eczacı pozisyonuna da yaşı sebebiyle reddedileceği çekincesiyle başvurmaya cesaret edememiş, ataması Vali Kamil Paşa’nın himayesiyle yapılabilmişti. 21’inde başeczacı olacak.
24’ünde gencecik bir adamken ve artık bir iş yeri sahibi olarak hastanedeki işlere gönüllü destek verirken, il meclisi kendisine “fahri başeczacı” unvanını layık gördü. Cumhuriyet’te bu unvanı soyadı edindi.
İzmirlinin Türk doktor bilmediği, ilk örnek olan Mustafa Bey için “dönme, sünnetsiz” dedikodularının bizzat Türkler tarafından çıkarıldığı bir dönemde, şehrin ilk Müslüman eczacılarından birisi olmuştu.
Bu, ismini parlatan yönlerinden yalnızca birisidir aslında:
“Seferberlik”te (1.Dünya Savaşı) yürütülen yardım faaliyetlerinde,
Kurtuluş Savaşı’nda direnişe silah kaçırılmasında rol oynayacak, henüz çadır satmasına çok uzun yıllar olan Kızılay’ın yerelde örgütlenmesinde,
bir İttihatçı olarak siyasette,
Millî Kütüphane’nin, Altınordu Kulübü’nün kuruluşunda rol aldı.
Şehrin en önde gelen seçkinlerinden birisi konumuna geldi.
O günlerden yoldaşı Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla İzmir’i ilk ziyaretinde, vilayet binasından çıkıp Süleyman Ferit Bey’in Şifa Ezcanesine yürümesine ve iki dostun Kemeraltı’nın ortasında kucaklaşmasına şahit olabilmeyi isterdim…
Dahası var, bildiğiniz üzere: Eczacılığın çok ötesine geçip ilaç ve kozmetik endüstrisini adımladı.
Çeşit çeşit ilaçlar türetti.
İzmir’in bir kolonyacılık şehri olmasına yol açtı. İzmir İktisat Kongresi’nin düzenleneceği, içine yılların tütün, zeytinyağı ve kuru yemiş kokuları sinmiş işletme onun galon galon kolonyalarıyla yıkandı. “Altın Damlası” markalı kolonyası, Çorum’a gidenin leblebi, Isparta’ya gidenin gül suyu alıp getirmesi gibi, ta 1980’lere kadar İzmir’in sembol ürünü olarak var oldu.
Sektörün hayırsever kişisi sıfatıyla şehirde hastane, dispanser, sağlık ocağı gibi sağlık kurumları açtı. Kahramanlar’da kurduğu Verem Savaş Dispanseri’ni de okulum gibi yıktık, yıllardır yerini boş tutuyoruz, kastımız varmış gibi…
Yaşar Aksoy’un hayranlık uyandıran bir ustalıkla detaylandırarak kitaplaştırdığı hayat öyküsünde* beni en çok etkileyen ise şu olmuştu: Oğulları İzmir’i terk edip İstanbul’da dev bir holdingin temellerini atarken, artık ilerlemiş yaşıyla Süleyman Ferit Eczacıbaşı, o fidan gibi gencecik Süleyman Ferit Bey gibi, hâlâ reçete okuyordu İzmir çukurunda, Kemeraltı’ndaki o tarihî (Ragıp Paşa Oteli’nin altındaki, bugün ayakkabı mağazası olan) dükkânında…
*
Dün, 18 Nisan 2023, İzmir’e ve dünyaya gözlerini kapayışının 50.yıl dönümüydü.
Minnetimi dile getirip anısını not düşmek için,
Eşrefpaşa Pazarı’nın kenarından Damlacık’a inen yokuşun başında, (artık adının ortasına bir “Şerife Eczacıbaşı” eklenmiş) Kestelli Ortaokulu’nun önündeki banklardan birine oturdum,
annesinin ismini taşıyan, yerinde yabani otlar biten ilkokulumun hayalî manzarasına nazır,
bu yazıyı yazdım, S.F.Eczacıbaşı’nın altın damlası anısına.
* Yaşar Aksoy, “Bir Kent, Bir İnsan”, Dr.Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1986
Serife eczacıbaşı ilk okulunun nerede yapılmasına karar verilme aşamasında önce dere diye adlandırdığımız yarığın Damlacık semtine yakın olan düzlüğünde temel kazıları yapıldı. Altından izmir'in ilk mezarlıklarından mezarlar çıkınca, yeni yeri diğer taraftaki düzlüğünde yapılmasına karar verildi. Semte yakın olan düzlükteki mezarlardan çıkan insan iskeletlerinden çok etkilenmiştim. 12 yaşında olan mahalleli bir çocuk olarak hergün o mazarlara bakmaya gelirdim. Bu ilk okulda yaşım gereği okuyamadım. Ancak Karataş'ta yapılan ortaokulda bir ay süreyle bende eğitim aldım. Aynı ailenin yaptırdığı üçüncü okul da bayraklı' da inşa edildi. Bu da benim bir anım olarak kayda girsin.