Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar, uzak diyarlarda adil yönetimiyle ünlü bir ülke varmış: Satranç Krallığı. Bu krallıkta zekâ, strateji ve bilgi her şeyin önündeymiş. Halk, çocuklarını küçük yaşlardan itibaren satranç öğrenmeye teşvik edermiş, ülkenin dört bir yanında turnuvalar düzenlenirmiş. Ancak yıllar içinde işler değişmeye başlamış. Satranç Krallığı’nın yönetiminden sorumlu olan Büyük Satranç Krallığı’nda gölgeler belirmeye başlamış.
Krallığın başındaki kişiler artık satrancın gelişimini değil, kendi güçlerini korumayı önemsiyormuş. Yeni yeteneklerin parlamasını sağlamak yerine, hep aynı yüzler sahnede tutuluyor, gençlerin önüne engeller konuyormuş. Turnuvalar adaletli bir sistem yerine, Krallığın belirlediği dar bir çevrenin kontrolüne bırakılmış. Şeffaf olması gereken kararlar, kapalı kapılar ardında alınıyor, liyakat değil sadakat aranıyormuş.
Halbuki Satranç Krallığı’nı satrancı bilenler yönetsin deniliyormuş, yönetenlerde satranççılardan seçilmiş. Ancak satranç oynamayı bilmek yönetmeyi bilmek değilmiş. Çünkü iktisadi işletme bilmiyorlarmış. Pokeri çok iyi biliyorlarmış, Satranç Krallığını da poker oynar gibi yönetebileceklerini sanıyorlarmış. Halbuki bir krallığı yönetebilmek için beşerî ilişkileri kuvvetli olmak, adaletli olmak, herkesin fikrini dinlemenin lazım geldiği unutulmuş. Adaletin olmadığı yerde anarşi başlarmış çünkü.
Krallık yalnızca oyunculara değil, kulüplere de sırtını dönmüş. Satranç Krallığı’nın dört bir yanında yıllardır satranca gönül vermiş kulüpler, krallığın ilgisizliği ve umursamazlığı yüzünden zor duruma düşmüş. Gelişimin temel taşı olan bu kulüpler, görmezden geliniyor, talepleri karşılıksız kalıyor, en ufak eleştirileri bile cezalandırılıyormuş.
Oysaki satrancın yayılması ve güçlenmesi için kulüplerin desteklenmesi gerektiği unutulmuş. Bizi destekleyenler ile devam ederiz eleştirenleri ve bizden olmayanları ötekileştiririz denmiş. Bu tarz diktatör rejimle yönetilen yönetimler ve ülkeler tarihte her zaman yok olmaya yüz tutmuş. Diktatör yapının içinde NARSİST işleyiş de işin içine girince sürecin daha da çıkmaza girdiği görülmüş. Bu tarz ülkelerde açlıktan ölmeye mahkumsunuz denmiştir. Eleştirenleri susturup, “Padişahım çok yaşa” diyenlere koltuk verilmiş. Yazı yazanların yazıları gecikince kesin susturdular diyerek baskı yaratılmış. Satranç Krallığı sessiz isyandaydı ancak verilen ayrıcalıklardan dolayı sessizdi. Bu diktatör rejimi ile yönetilen ülkelerde herkesi kendinize maaşlı asker olarak bağlarsanız, maaşı kesilecek diye sesini çıkaramayan vatandaşlardan oluşan ülkeler haline doğru giden bir Satranç Krallığı ülkesi oluşmuş.
Bir diğer büyük sorun ise Krallığın iletişim diliymiş. Açıklamalar ve duyurular, destekleyici ve teşvik edici bir üslup yerine, kibirli ve buyurgan bir dille yapılıyormuş. Oyuncuların ve antrenörlerin görüşleri hiçe sayılıyor, yönetimin kararlarına karşı çıkanlar dışlanıyormuş. Eleştiri kabul etmeyen, sürekli olarak kendini haklı gören bu yaklaşım, Satranç Krallığı’nda huzursuzluğu artırmış. Sadece kendilerinden olanlar dinleniyor geri kimsenin fikri önemsenmiyor. Kendilerinden olanlar ve kendilerinden olmayanlar. Çünkü dinledikleri kişilerde kendi sistemlerinin içinde olan kişilermiş. Başka sorun ise daha düne kadar onu da yaz bunu da yaz diye ilindeki sorunları anlatanlara ilçe temsilciliği verildikten sonra “Padişahım Çok YAŞA” sloganları ile dolanmaya başlıyormuş. Herkes ye kürküm ye derdine düşen bir zihniyete dönüştüğü için diktatör rejimler bu kişilerin ilacını da biliyormuş doğal olarak. Koltuğu ver sustur. Metropollere gerekli adalet sağlanmadığı sürece Padişah ve yeniçeri orduları ne anlatırsa anlatsın o krallık yıkılmaya yüz tutar. Bazı metropollerin satranç oynama salonu yokmuş ve bu sorun ciddi anlamda büyük sorun olmuşken, Spor elçilikleri ile yapılan salonlarda birçok il harika satranç salonlarına kavuşurken yeni çeri ordusunun bulunduğu ilde ne hikmet ise bir salon için bile mücadele edilemiyormuş.
Ülkenin gelişimi için yapılan bir oyun “ŞAMPİYONLAR” çocukların teşvik edilmesi için çok önemli olmasına rağmen ve o krallığın satranç için can damarı olan bir firma tarafından desteklenmesine rağmen yok sayılıp sonrasında firmanın tepkisinden dolayı oyun gösterimden kalkmak üzereyken duyurusu yapılmış. Padişahın akıl sadrazamlarının yanlış hesabı kralın büyük hata içine düşmesini sağlamış. Çünkü krallığın satrancı sürdürebilmek için kaynağa ihtiyacı vardır. Bu kaynağın can damarını elinin tersiyle itersen kaybedersin denmiş. Krallık çift soru çekmiş. Atıp tutuyorlarmış gerek yok bu oyun öyledir şöyledir diyorlarmış, neden duyurdunuz o zaman? diye sormuşlar. Pabuç pahalıymış çünkü.
Bunun yanı sıra krallık içindeki sadrazamlar, kendilerini padişah ya da vezir gibi görmeye başlamış. Yaşadıkları illerde kendilerine ait küçük düzenler kurmuş, orada uyguladıkları sistemleri krallık geneline yaymaya çalışıyorlarmış. Bu durum, bölgesel adaletsizlikleri artırıyor, bazı şehirlerde satranç hızla gelişirken, diğerlerinde gerilemesine neden oluyormuş. Kendi belirledikleri dar bir kadroyu yükselterek satranç dünyasını tekelleştiren bu kişiler, krallığın yapısının içerden çürümesine sebep oluyorlarmış. Al takkeyi ver külahı ile iş bitirmeye çalışan üstün yetenekli bu sadrazamlar, çok bildiklerini sandıkları daha büyük çıkmaza sokuyorlarmış. Muhteşem Yüzyıl hesabı.
Bir gün, ülkenin dört bir yanından gelen genç ve umut dolu satranççılar, turnuvalara girebilmek için başvurduklarında kendilerini bir labirentin içinde bulmuşlar. Bazılarının başvuruları sebepsiz yere reddedilmiş, bazılarının ise son anda turnuva listelerinden isimleri silinmiş. Ödüllerin belirli kişilere gittiği, antrenörlük ve hakemlik pozisyonlarının yalnızca “tanıdık” olanlara verildiği ortaya çıkmış. İşin en acı tarafı, bu düzeni değiştirmek isteyenlerin sesinin kısılmaya çalışılmasıymış. Yani sadrazam bey kendi bildiğini okumaya devam ederek kendi dediğinin kanun olduğunu kendisini de KADI sanıyormuş. Halbuki yetenekleri kısıtlı biriydi. Sadrazam bile olsan kendinden büyük işlere kalkışırsan kralın vezirinden çok soytarısı olursun denmiş. Sonuçta maaşlı askermiş.
Bu arada bu krallığı eleştiren bir hukukçu yazdığı yazıları siteden kaldırdığı fark edilmiş. Sadrazam ile ilgili yazdığı yazı sadece kalkması da o krallık da ilginç karşılanmış.
Sporcuların uluslararası arenalara gitmesi için koydukları kriterler ile sporcuları ötekileştirip, marka değerinden bahsedilmesi de krallığın büyük hatası olmuş.
Ancak, Satranç Krallığı’nın halkı sessiz kalacak insanlar değildi. Bir grup cesur insan, bu adaletsizliğe karşı mücadele etmeye karar vermiş. Gerçek satranç ustalarının bilgi ve emekle ön plana çıkması gerektiğini savunmuşlar. Adaletin ve şeffaflığın olmadığı bir sistemde satrancın gelişemeyeceğini yüksek sesle dile getirmişler. Birlikten kuvvet doğar demişler çünkü. Sadrazam ve Vezir ’in tek düzene çevirmeye başladığı düzen içinde kaybolacaklarını anladıklarında iş işten geçmiş.
Ancak Krallık yönetimi, halkın bu çabasına rağmen değişim sinyali vermiyormuş. Yeni düzenlemeler yalnızca kâğıt üzerinde kalmış, Sahneye hep aynı yüzler çıkıyor, değişim vaatleri sadece birer yanılsamadan ibaret oluyormuş. Satranç Krallığı’ndaki gençler, umutsuzluğa kapılmaya başlamış. Adalet ve şeffaflık için verdikleri mücadele uzun solukluymuş ancak karşılarında duran güç, köklerini derinlere salmış, Yeni saadet düzeni devreye girmeye başlamış. Sadrazam’ın kendi ilindeki ekip ile tüm ülkeye yayılıp her yeri ele geçiriyor, herkese hüküm salıyormuş. Vezir ‘in hükmü kalmamıştı artık. Sadrazam Vezirin yerine geçecekti çünkü.
Sonuç olarak bu krallık bu şekilde olmaya devam ettikçe ülkede satranç oynayan yakında başka kimse kalmayacakmış ve artık masallarda anlatılır olacaktı. Sırf kendi saltanatı için krallığını düşünmeden hareket eden krallıklar gibilermiş.
Ve böylece, Satranç Krallığı’nda adaletin tahtı boş kaldı. Çünkü en güçlü hamleleri yapanlar değil, kuralları kendine göre yazanlar kazanmıştı. Demir taht yıkılmıştı çünkü. Gökten üç elma düştü: biri gerçeği görenlere, biri mücadele edenlere, biri de sessiz kalıp kaybedenlere…
Bir Krallığın Öyküsü, Keyifli Okumalar dilerim ….